top of page

Geniş Özet

KAYNAK İÇİN KOYU RENK KELİMELERE TIKLA

2021-12-27 14_28_20-(1) E. Onur C. Romano on Twitter_ _Hakkımdaki 2003 tarihli cinsel sald

Olayların kronolojik sırası.      

Eğitim geçmişi
2003 Tecavüz suçlaması ve ABD'de ilk aklanma

2003 ABD'deki Türk hukuku alanı
2004 Kan parası

2005 Muz Cumhuriyeti
2007 Polise rüşvet suçlaması
2008 Striptizcilerle İslam'a hakaret
2009 Kemalist ayrımclık suçlaması

2010 Türkiye'de beraat ile ikinci kez aklanma
2010 Fuhuşa aracılık suçlaması
2013 Taksim Gezi eylemleri

2013 Ateizm, ömür-boyu süren bir vazife

2014 Kötü bir sürpriz
2015 Yeni siyasi ve hakaret suçlamaları
2016 Beraat kararımı hukuksuzca bozan hakimlerin tümünün FETÖ mensubu çıkması

2017 Kanada'ya siyasi sığınma

2017 Değişmeyen gerçek

Sonuç



Ben Emir Onur Çilek Romano;

 

1983 yılında İstanbul Türkiye’de doğdum. Ailem, beni 14 yaşında İngiltere Richmond’daki bir okula gönderdi. Bir yıl kaldıktan sonra Türkiye'ye geri döndüm. Daha sonra liseyi Salzburg Avusturya’da okudum. Lise son sınıfta üniversite eğitimim için Miami, Florida’ya yerleştim.

 

2003 senesinde 19 yaşındayken, Florida Türk Amerikan Birliği ismindeki bir sivil toplum kuruluşunun Gençlik Komitesini yönetiyordum. Asılsız bir cinsel saldırı iftirasına uğradım. Birkaç hafta sonra şikâyetçi kadın, Türk/Kürt kökenli aile/aşiret bireyleri tarafından Miami Florida’da bir ‘töre cinayetine’ kurban oldu. Birkaç hafta süren soruşturma neticesinde aleyhimdeki suçlamalar düşürüldü ve hakkımda A.B.D. Florida’da delil yetersizliğinden ötürü takipsizlik kararı verildi. Kızın ölümü ise resmi kayıtlara bir intihar olarak geçti. Yerel polise bunun basit bir intihar olmadığını izah etmeye çalışsam da başarılı olamadım.

 

ABD'de de Türk hukuk yetki alanı:

Türk hukukundaki özel bir yasa, iki Türk vatandaşı arasında gerçekleşen suçlarda olay dünyanın neresinde olursa olsun 'eğer o ülkede bu konuda bir kovuşturma yapılmadıysa' Türk hukukunu yetkili kılmaktadır. İkimiz de Türk vatandaşıydık. 2004 senesinde şikayetçi aşiret, savcı olan akrabalarının yardım ve yönlendirmesiyle Türkiye Cumhuriyeti'ne başvurarak aynı iftirayı, bu kez de Türk mahkemelerine taşıdı. Kısa süre sonra Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nden iademi talep etti. 2005 senesinde ABD beni Türkiye’ye ''şartlı iade'' etti. İadem esnasında altı ay boyunca ABD nezdinde gözaltında tutuldum. İade edildikten sonra bir altı ay boyunca da Türkiye’de tutuklu kaldım. Yargılanmam boyunca ABD’nin iadem için şart koştuğu tüm şartlar Türk yargı sistemi tarafından ihlal edildi, son tahlilde iki ülke arasındaki anlaşma çerçevesinde cezalandırılamayacağım ve olayın yaşandığı ülkede karşılığı dahi olmayan bir maddeden tarafıma ceza verildi. Bununla da kalınmadı, zamanın Dışişleri bakanı Abdullah Gül tarafından şartlı iade metninde altına imza atılan tüm şartlar bir bir ihlal edildi. 
 

İkinci aklanma: Beraat

2010 senesinde tanıkları tek tek dinleyen ve bulguları inceleyen Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesi somut deliller ışığında beni zorla ırza geçmek fiili yani tecavüz suçundan suçsuz buldu. Böylelikle Amerika Birleşik Devletlerinden sonra Türkiye'de de aklanmış oldum. Hikayemin buradan sonrasını detaylı anlatmak yerine hukuki gelişmeleri ileterek kısa tutmaya çalışacağım. Özet olarak, Miami, Florida’da haksız yere cinsel saldırı ile suçlandım. Birkaç hafta sonra Florida’daki tüm suçlamalar düşürüldü. 

 

Ömür boyu süren bir vazife:

Daha sonra akademisyen ve aktivist olmaya karar verdim. 16 yaşından beri dinsiz sayılırdım ancak Türkiye ve ABD’de tutukluluğum esnasında okuduklarım neticesinde önce ateist, yıllar sonra da militan ateist oldum. Cezaevlerinde hep kütüphanelerde çalıştım ve zamanımın büyük bir kısmını araştırma yaparak geçirmeye özen gösterdim. Daha sonra temiz bir sayfa açıp yeni bir hayat kurmaya çalıştımsa da, hakkımda yapılan profilleme sonucunda 2008’den 2011’e kadar her sene farklı bir nedenle Türk medyasında haber oldum, linç edildim. Siyasi ve krıminal suçlamalarla Türk yargı sistemince taciz edildim. Sanki tüm hareketlerim izleniyordu. Avukatlara bir servet harcadım ve bu davaların bir çoğunu kazandım. Davaların özetleri ve detaylarını aşağıda bulabilirsiniz.

 

On yılı aşkın bir süredir tam zamanlı olarak ateist bir insan hakları savunucusu sıfatıyla toplumumuzdaki inançsız bireylere hizmet etmekteyim. 2013 yılında Taksim Gezi protestolarında 8 protestocu hayatını kaybedene kadar kendimi bir laiklik savunucusu olmaya ve seküler siyasi aktivizme adamıştım. Lakin bu olaylardan sonra aktivizm çalışmalarım ateizm çizgisine doğru yöneldi. 2013 senesinde Türkiye tarihindeki en büyük seküler direniş protestosunun (Taksim Gezi Eylemleri) organizasyonunda pay sahibi olan, hem finansal, hem de eylemsel anlamda destekleyen kişilerden biriyim. İstanbul şehir merkezinin kontrolü hükümet güçlerinin elinden 27 gün boyunca alınmıştı. Yalnızca İstanbul’da 1.5 milyonu aşkın protestocu vardı. Türk polis kayıtlarına göre Gezi Parkı direniş hareketine destek için, Türkiye’de 80 ilde 4900 eylem düzenlendi. Türkiye’nin 80 ilinden 4 milyonu aşkın kişi dayanışma gösterdi. 

2012 ile 2015 yılları arasında Türkiye'de üç ateist örgütün kurulmasına öncülük ettim. Bunlardan biri Müslüman nüfuslu ülkeler arasında dünyanın ilk ve tek yasal ateist sivil toplum kuruluşu olan Ateizm Derneği'dir. Bu derneğin üye olduğu uluslararası sivil toplum kuruluşları, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler'de Özel Danışman Statüsüne sahip çatı kurumlar olduğu için sesimizi uluslararası diplomasi platformlarında çok daha güçlü duyurmaya başladık.  

Bu başarı gözden kaçmamış olsa gerek, çok geçmeden, Aralık 2015’te Türk polisi bir dizi siyasi ve dine hakaret suçlamalarına istinaden beni bulmak için Ateizm Derneği Genel Merkezine geldi. Avukatlarım, iktidarın ateist aktivistleri sindirmek için bu dini ve siyasi suçlamaları kullanarak bana yaşatacağı uzun bir tutukluluk süresi ile diğer aktivistlere gözdağı verme ihtimalinin yüksek olduğunu belirtti. Özetle, mümkünse kaçmamı tavsiye ettiler.

 

2016 senesinde Kafkaslar’da Gürcistan Cumhuriyeti’ndeki aktivistler tarafından bir aylığına bölgeye davet edildim. Ülkelerindeki ilk ateist sivil toplum kuruluşunun hazırlıkları ve örgütlenme yöntemleri konusunda yardım ettim. O zamandan beri Orta Doğu’da gelişmekte olan ülkelerin ilk ateist örgütlerinin kurulmasında görev almaktayım. Hedefim, ateizmin hapis/ölüm cezası gerektirmediği bölge ülkelerinde Orta Doğululara, ilk seküler-ateist-humanist sivil toplum örgütlerini kurmakta yardımcı olmak. Türkiye ve Gürcistan’da başarılı olduk. Şimdi sırada Azerbaycan, Kuzey ve Güney Kıbrıs var. Daha sonra ise hayalimde Tunus ateist örgütlenmesi var. Bunların tümünün önümüzdeki 10 sene içinde gerçekleşebileceğine inanıyorum. Bu özgür düşünce ağı kurulduktan sonra bir sonraki hedefim Orta Doğu’nun ilk ateist siyasi partisinin kurulması olacak. Kim bilir, bu belki de Türkiye'de olur.

 

2016-2017 senesinde dünyanın en eski, köklü ve büyük uluslararası ateist örgütü olan Atheist Alliance International’a (Uluslararası Ateist Birliği) iki sene boyunca başkanlık etme onuruna eriştim. Aktivist eylemlerim iktidar partisi AKP’nin güdümündeki İslamcı Türk Hükümeti ve yargı sisteminin dikkatinden kaçmadı. 

 

Türkiye’de mahkeme kararlarının kesinleşmesi için Yargıtay’ın onaması gerekmektedir. 2014 yılında, Ateizm Derneği kurulduktan 6 ay sonra, hakkımda zorla ırza geçme suçundan 2010 yılında verilen beraat kararı Yargıtay tarafından aleyhimde bozuldu. Oysa ki, ABD’de dosya 2003 senesinde kapanmış ve Türkiye'de de 2010’da hakkımda beraat kararı verilmişti. Ortada yeni hiçbir delil yokken, lehime olan delillerin iptali yöntemiyle yaşanan bu karar değişikliğinin siyasi bir emirle yapıldığına inanıyorum. Büyük ihtimalle Türkiye’nin ılımlı Islamcı hükümetinin baskısı nedeniyle gerçekleşti. Daha önce iki farklı ülkede, iki kez aklandığım dosyadan birdenbire 13 sene ceza aldım ve bu karar kesinleşti. Tüm bunların üzerine 2015 senesinde cumhurbaşkanına, başbakana, kolluk kuvvetlerine, yargıya, din ve dini değerlere hakaret nedeniyle Türk mahkemeleri aleyhimde bir dizi suçlamada daha bulundu. Tahminimce bu suçlamalardan da toplamda 10 yıl üzeri mahkûmiyetler çıkması kuvvetli ihtimal.

 

Kötü bir sürpriz:

Lehime çıkan beraat kararının FETÖ üyesi olduğu için daha sonra tutuklanan İslamcı terörö örgütü mensubu hakimler (Kamuran Çokal, Kadir Kayan ve Esabil Saylak) tarafından bozulmasından sonra siyasi emir/motivasyonla verilen bu cezanın onaylanıp kesinleştiğini ancak 2017 senesinde öğrendim. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesine başvurularda bulundum ancak her iki başvurum da reddedildi çünkü karardan itibaren itiraz için 30 günlük bir süre sınırı var. Bense bu kararın onaylandığını öğrendiğimde üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmişti. O sırada Kanada’daydım. Royal Roads Üniversitesi Küresel Liderlik programında yüksek lisans ve doktora eğitimimi tamamlamak için 2016 yılı Ocak ayında, temiz bir adli sicil ile bir uluslararası öğrenci olarak Victoria BC, Kanada’ya gelmiştim. Bu temiz adli sicil sahibi olma halim ise 2016 yılının sonlarında bu cezanın onaylanmasıyla tersine döndü.
Türkiye’deki davama bakan avukatım ben Kanada’ya taşındıktan sonra 2016’da vefat etti. Annem karaciğer kanserine yakalandı ve kısa bir süre sonra vefat etti. Türkiye’de davayı yakinen bilen her iki kişiyi de kaybedince, dünyanın diğer ucunda savunmasız şekilde artık bana yardım eden kimse olmaksızın karanlıkta kalmıştım.

 

Kanada’ya Sığınma:

2017`de Türkiye'de hakkımda açılan ve beraat ettiğim şişirme davalar ve de yargılandığım iki kriminal davada (zorla ırza geçmek, fuhuşa aracılık) adil yargılanmadığım ve daha önceki aklanma kararlarım iptal edilerek hakkımda siyasi emir/motivasyonla ceza verildiği için, yani adil olmayan bir yargılamaya maruz kaldığım için, bu davalar üzerinden Kanada'ya ''siyasi sığınma'' talebinde bulundum ve Kanada’da mülteci oldum. Yani inançsızlık/ateizm üzerinden değil, Türk yargısı tarafından bana yapılan hukuksuzluklar üzerinden siyası sığınma talebinde bulundum. Sığınma talebinde bulunan kişilerin öğrenci vizeleri otomatik olarak iptal olur. Çünkü artık uluslararası öğrenci değil, farklı bir statüye (mülteci) geçmişlerdir. Bu nedenle 2017’de yaptığım siyasi sığınma başvurusu sonucunda işbu iltica talebime dair kesin bir karar verilene kadar Royal Roads Üniversitesindeki lisansüstü eğitimime ara vermek (dondurmak) zorunda kaldım.
 

2018’de İltica Kurulu 'geldiğim ülkede aleyhimde 10 yıl üzeri kesinleşmiş bir ceza olması' nedeniyle Kanada’da sığınmacı başvurusu yapmamın yasal olarak mümkün olmadığına ve istisnai olan farklı bir yöntem izlemem gerektiğine karar verdi. Kanada'daki göçmenlik yasası, başvuran sığınmacı adayının anavatanındaki hapis cezasının 10 yıldan fazla olması halinde, kişinin sığınma başvurusunu bir Göçmenlik Dairesinin incelemeyeceğini belirtmekte çünkü aynı yasa bir Göçmenlik Bürosunun başka ülkede verilen bir mahkumiyet kararının ötesini yani davanın esasını inceleyemeyeceğini emrediyor. Bu gibi istisnai durumlarda normalden daha farklı bir prosedür uygulamakta. Bu kanun maddesinden dolayı Kanada'ya siyasi iltica (sığınma) talebim ilk başvurumda değerlendirilemedi. Çünkü teknik olarak 'başvuru için uygun görülmeyenler' kapsamında olduğumdan dolayı Göçmenlik ve Mülteci Kurulu dosyamı hiç incelemedi, görüşmedi. Durumu benim gibi olan sığınmacılar için olan 'istisnai prosedürü' başlatabilmem için Göçmenlik Dairesi 2018 yılında hakkımda sınır dışı edilme kararı verdi. Böylelikle benim izlemem gereken sığınma prosedürü olan, Uzaklaştırma Öncesi Risk Değerlendirmesi başvurusunda bulundum ve o zamandan beri de hakkımda çıkacak nihai kararı beklemekteyim. Gelgelelim, bu kararın olumlu olacağından şüphem yok.

Neredeyse 20 senedir peşimi bırakmayan bu davayla ilgili zaten yeterince acı çektim. Bu dava nedeniyle 2 farklı ülkede yaklaşık 2 yıl kadar tutuklu kaldım.  

 

İnsanlarda farkındalık yaratabilmek ve destek için bu konuları kamuoyu ile paylaşmaya karar verdim. Hayatımın adeta bir dur düğmesine basılarak dondurulduğu bu dönemde dünyanın çeşitli yerlerinde 5 farklı ateist/seküler örgüt için gönüllü olarak değişik kapasitelerde çalışarak vaktimi değerlendirmekteyim.

 

19-20 yaşındayken genç bir kızla flört ettiğimi ve aramızda yaşananları inkar etmiyorum ancak bir zorlama ya da tecavüz asla söz konusu değildi ve akabindeki korkunç trajedi yani namus/töre cinayeti tamamen benim kontrolüm dışında oldu. 19 yaşında yaşadığım bu talihsizliğin bedelini neredeyse 20 sene boyunca ödedim. Ödüyorum. Ancak bir kez daha, işlemediğim bir suçun cezasını çekmek için Türkiye’ye dönmek ve tutuklanmak istemiyorum. Dava 2003 senesinde ABD’de düştü ve 2010'da Türkiye’de de beraat ettim. Ancak daha sonra Yargıtay delillerimi iptal ederek bana hukuki/siyasi bir operasyon yaptı. Dahası tüm bunlardan bağımsız olarak yaklaşık 10-12 seneyi bulabilecek siyasi ve dine hakaret cezalarından dolayı da hapse girmek istemiyorum.

 

Değişmeyen Gerçek:

2005 yılında ABD'de reddedilen bu davanın yeniden Türkiye’de açılması politik bir karardı. ABD’den Türkiye’ye iade edilmem yine siyasi bir karardı. Türkiye’de suçsuz bulunmamın üzerinden neredeyse on sene geçtikten sonra -Yargıtay'daki FETÖcü hakimler tarafından- en önemli delil olan CCTV (güvenlik kamerası) görüntülerini bir yazım hatası nedeniyle iptal etmesi yöntemiyle, tek başına suçsuzluğumu ispat eden bu ana delil değerlendirilmeksizin suçlu bulundum. Bu yine siyasi bir operasyondu. Aleyhimde verilen bu ceza ve dosyaya yapılan tüm bu hukuksuz müdehaleler siyasidir. Türkiye’den ayrıldıktan sonra kesinleşen aleyhimdeki bu cezalar siyasidir. Bana göre Türk otoriteleri beni seküler, hümanist, ateist bir anti-İslam savaşçısı olarak gördükleri için bu eski tarihli ve daha önce aklandığım davayı aleyhimde kullanarak başka birinin işlediği bu namus/töre cinayetini, bir cinsel suç görünümüne bürüyerek bana yıktılar. Bu bir itibarsızlaştırma kampanyasıdır.

 

Benim gözümden 2003 -2004:

Suçlama Miami Florida’da yaşayan Türkiye’nin Kars ilinden (bu bölgede töre/namus cinayetleri sıklıkla gündeme gelmektedir) Kürt/Türk kökenli bir aile tarafından yapıldı. Kendisi Miami’de annemin ve benim araçlarımızı tamire götürdüğümüz yerde araba tamircisiydi. Benim varlıklı bir Türk aileden geldiğimi öğrenince beni kız kardeşlerinden biriyle evlendirmeye karar vermiş. Bu gibi anlaşmalı evlilikler bu ailenin geldiği bölgede sıklıkla yapılmaktadır. Bölgedeki bir diğer gelenek ise, bir kızın bekâretini kaybettiği erkekle evlenmesidir, çünkü artık kendisine 'kullanılmış' olarak bakılmaktadır. Bu yalnızca sosyal bir norm olmaktan öte, İslami düşünce yapısına da uygun olan ve bölgede sıkça uygulanan bir adet-gelenektir. Türk yargı sistemi bile bu paralelde düzenlenmiş ve yakın bir geçmişe kadar bir saldırganın/hükümlünün mağduru olan kız ile evlenmesi durumunda cezaevinden salıverilmesini uygulamaktaydı. Türk Ceza Kanunu yakın bir geçmişe kadar bu şekildeydi. (Bu yasa 2005 de yürürlükten kaldırıldı ancak İslamcı hükümet tarafından 2016 senesinde tekrar yürürlüğe sokulmaya çalışıldı).

Kısacası tamirci abi beni kız kardeşi ile evlenmem için tehdit etti. Telefonda bana, ''kız kardeşi ile benim evimde cinsel ilişkiye girdiğimiz ve kardeşinin bekâretini kaybettiği, geleneklerine göre kız kardeşi ile derhal evlenmem gerektiği'' söylendi. Eğer bunu reddedersem tecavüz iddiası ile polise başvuracaklarını söylediler. Bu beni çok sinirlendirdi çünkü kız kardeşi 2 ay boyunca benim peşime düşmüştü ve telefon kayıtlarında görüldüğü üzere 2 ay boyunca bana 60’tan fazla mesaj yollamıştı ve ben bunlardan yalnızca 5 tanesine yanıt vermiştim. Ayrıca benim evime ilk kez erkek kardeşinin nişanlısı Ayşe ile birlikte geldiğinde de benimle flört etmiş, kendisi basa sarılmış ve beni öpmüştü. Bunların tümüne ek olarak yaşadığım binanın/asansörün CCTV (güvenlik kamerası) görüntüleri benim hikayemi doğruluyordu. Acil olarak telefonla arandığım saat ve evimden ayrıldığımız an arasında 2 dakika vardı. Ayrıca kendisi asansörde aşağı inerken bana karşı asansörde yaptığı hareketler dikkat çekiciydi. Oldukça büyük bir asansörün iki ayrı köşesindeyiz Ellerim dolu, iki elimde de torba ve çantalar var. Asansörde bana doğru geliyor, kıyafetimden tutarak beni kendine çekiyor ve dudaklarımdan öpüyor. Aradan 5-10 saniye geçtikten sonra yine bana yanaşıyor, bu defa kulaklarımdan tutarak beni tekrar kendine doğru çekerek dudaklarımdan öpüyor. Beş dakika önce tecavüze uğramış bir insan bu şekilde davranır mı? Asansör ile yukarı çıkış anını ve birlikte aşağı iniş anımızı kendiniz izleyip karar verebilirsiniz. Saçı belli, giydiği kıyafet belli. Birlikte aşağı indiğimiz saat belli. Amerikan polisi bizi teşhis etmiş, 'bu insan şu dakikada yukarı çıkmış, şu dakikada birlikte aşağı inmişler' diye resmi rapor tutmuş zaman kodlarını, asansör görüntülerini tespit etmiş. Asansör ve bina lobisi güvenlik kamerası görüntüleri binadan birlikte ayrılışımızı ve karşı tarafın rızasını göstermekteydi. Ayrıca maktulün polise ve doktora verdiği ifadeler arasında büyük çelişki ve tutarsızlıklar vardı, ancak maktul hayatta olmadığı için artık ''Çarpraz Sorgulamaya'' tabi tutulamazdı. Bunun sonucu olarak tüm suçlamalar, geçerli delil yetersizliğinden dolayı düşürüldü, dava kapandı.

 

​Aylar sonra ortak arkadaşlarımızdan öğrendiğime göre maktul ağabeyinin talimatları ile benimle cinsel ilişkiye girme ve bekâretini kaybetmek üzere benim evime gönderilmiş. Bu nedenle eve döndüğünde ailesine (ağabeyine) cinsel ilişkiye girdiğimizi söylediğine inanıyorum. Aksi halde bu tecavüz suçlamasında bulunmazlardı. Tahminim o ki, ailesi kızı şikayette bulunmaya zorlayıp daha sonra doktor raporunu görene kadar ailesi de maktulün hala bakire olduğunu bilmiyordu. Bu noktadan sonra olaylar trajik bir dönemece girdi. Ne olduğuna dair spekülasyon yapmak istemiyorum ancak maktül evinde tavandan asılmış şekilde ölü olarak bulundu ve bu kayıtlara bir intihar olarak geçti.

 

20 yaşında, hiçbir karakol mahkeme ya da hukuki deneyimi olmayan biri olarak davaya bakan polise namus/töre cinayetinin ne olduğunu anlatamadım. Dilim döndüğü kadarıyla bunun bir ‘kabile cinayeti’ olduğunu anlatmaya çalıştım. O zamanlar namus cinayeti terimini bilmiyordum. Yetersiz İngilizcemle tercüme ve izah etmeye çalıştım. Polisin umursadığı kadarıyla ortada bir tecavüz suçlaması vardı ve sonrasında mağdur intihar etmişti. Ve her iki taraf da yabancıydı. Delil yetersizliğinden dolayı dava kapanmıştı. Polis ötesi ile ilgilenilmedi.

 

Kan parası:

​Bir sene sonra maktulün ağabeyi İsmet Karga (Johne Kars) anneme telefon ederek anneme ve bana karşı aşağılamalar ve ölüm tehditleri yöneltti. 400.000 USD kan parası talep ediyordu. Kan parası ailesinden biri ölen kişiye fail tarafından tazminat ödenmesine dair başka bir gelenektir. Bu bazen bir namus veya töre cinayeti akabinde de gerçekleşebilir. Annemin belirttiği üzere ağabey anneme "Kız kardeşimize oğlunuz yüzünden kıydık. Bize 400.000 USD kan parası ödemeniz gerekiyor, eğer ödemezseniz aynı davayı Türkiye’de de açarız. Oğlunu önce hapse attırır sonra da hapiste onu öldürtürüz" demişti.

Yukarıda olayı kendi gözümden özetledim.

 

Benim gözümden 2006-2010:

2003 senesindeki tecavüz iddiasının ardından ne Türk medyası ne de Türk yargı sistemi yakamı bırakmadı. Kötü adam olarak fişlendim. O zamanlar daha gençtim ve henüz bir ömür boyu bu şekilde profillenmeye devam edileceğimden habersizdim.

 ''Muz Cumhuriyeti'': 
Karşılaştığım ilk siyasi dava. Hürriyet gazetesine
verdiğim röportajlardan birinde Türk yargısında maruz kaldığım yasal süreçleri muz cumhuriyeti uygulamaları ile karşılaştırdığım için, adalet sistemi ve rejime hakaretle suçlandım. İki sene boyunca bu davanın duruşmalarına katıldım. Bu haberler yine medyada yer aldı. Davadan beraat ettim. Suçsuz bulunmama dair haber ise her zamanki gibi hiçbir yerde yer almadı.

Ava giderken avlanmak: 
Sonrasında başka bir arkadaşımla beraber trafik çevirmesinde polise rüşvet vermekle suçlandık. Bu oldukça komikti. Zira araç bile kullanmıyor, o sırada yaya olarak geziyorduk. Ben ve arkadaşım İstanbul, Kadıköy, Bağdat Caddesinde yapılan çevirme esnasında bir polisin rüşvet alırken fotoğraflarını çekiyorduk. Muhtemelen iyi saklanmamıştık. Fotoğraflarını çekerken farkettiler. Yakalandık. İşe bakın ki tutukanan ve arabamız olmadığı halde trafik polisine rüşvet vermek ile suçlanan biz olduk. Bu düzmece dosyadan da beraat ettim.

Striptizciler üzerinden İslam’a hakaret: 
2007 ve 2011 arasında İstanbul’da çoğu gösteri dünyası işi olmak üzere 5 şirketin sahibiydim. Bir plak şirketi, bir etkinlik organizasyon şirketi, bir modellik ve casting ajansı, bir reklam ajansı ve aylık oyuncu/kasting dergisi. Etkinlik organizasyon şirketimin web sitesinin bir sayfasında tüm sunduğumuz tüm etkinlik çeşitleri listelenmekteydi. Doğal olarak düzinelerce etkinlik çeşidi arasında egzotik dansçılar ile düzenlenen bekârlığa veda partisi ve Ramazan çadırı/iftar yemeği organizasyonu
aynı sayfada yayınlanmıştı. Dansçılı bekârlığa veda partisi ile Ramazan çadırı/iftar organizasyonu gibi dini bir etkinliğin aynı sayfada yayınlanması yobaz kesim tarafından kabul edilemezdi. Bu nedenle gericiler tarafından aylarca taciz ve hatta darp edildim. Dindar kişiler için bu kabul edilebilir değildi bunu taşkınlık olarak nitelendirdiler. Savunma olarak, düzenlediğimiz tüm etkinlikleri web sitemizde alfabetik olarak listelediğimizi belirttik. Aslında tüm hikaye buydu.

Seküler Ayrımcılık(!?):  
Bundan kısa bir süre sonra bir kadını şirketlerimden birinde işe almadığım için linç edildim. Tüm şirketlerime çeşitli pozisyonlar için başvuru yapmış ve reddedilmiş. Bu işler için yeterli vasıflara sahip değildi. Yolladığı başvuru epostalarında iş bulmasını kolaylaştıracağını düşünerek dini yorumlarda bulunan, başörtülü, genç bir Müslüman kadındı. Başvurusu reddedildikten sonra defalarca kez yeniden başvuruda bulundu. Bunu üç kez tekrarladıktan sonra kendisine açık bir cevap yazarak tekrar başvuru yapmaması gerektiğini ifade ettim. Kendisine daha muhafazakâr bir çevrede is araması durumunda işe alımının kolaylaşabileceği ve bu çevrelerde dış görünüşünün kendi lehine olabileceği tavsiyesinde bulundum. Muhafazakâr dış görünüşü ve e postalarında yaptığı dini yorumların seküler değerlere inanan şirketlerimizde iş bulması için kendisine fayda sağlamayacağını da ayrıca belirttim. Daha sonradan kendisinin İslami medya tarafından yem olarak kullanıldığının farkına vardım.
Kendisine yazdığım cevap ertesi gün İslami medya kuruluşlarının manşetlerinde yer alıyordu. Bu yaygara, Miami’de aleyhimde açılan dava ile bu konunun ilişkilendirildiği bir çok provokatif haberin yayınlanması ile bir süre daha devam etti.

 

 

Fuhuşa Aracılık:     "biliyordun, korudun, ihbar etmedin !"
Daha önce geri çevirdiğim bazı kast adaylarının internette hakkımdaki haberleri okuduktan sonra intikam almak için asılsız iftirada bulunduğu veya dedikodu çıkarmaya çalıştığı olmuştu. Bu nedenle bilhassa bu konuda çok titizdim. Ama başaramadım. Birkaç ay sonra mankenlik ve casting ajansım aleyhinde bir soruşturma başlatıldı. Ajansımda bulunan bazı oyuncu ve mankenler, eskiden kast direktörü olan iki kadın ofis çalışanımın gizlice yönettikleri bir eskort ajansı aracılığıyla fuhuş yapıyorlarmış. Aralarına aldıkları yeni bir manken adayı ile kavga etmişler. Ve o da sinirlenip bunları ihbar etmiş. Olayla bunun ötesinde bir ilgim yoktu. Lakin, bilgim vardı. Her ne kadar kaçınmaya çabalasam da ismim yine haberlerdeydi. Açılan türlü davalar nedeniyle Türk medyasında zaten kötü bir şöhrete sahiptim. Bu son dava medya çevreleri için adeta tuz biber oldu. Daha önce ajansımda çalışan iki eski personel bu olaya liderlik ediyordu. Kendilerinin bu eskort ajansı faaliyetlerini öğrendiğimde, aynı gün, derhal, ikisinin de işine son vermiştim. Ama polise gidip bu yasa dışı olayı ihbar etmedim. Çünkü kendi adımın ve şirketimin bu olaylarla anılmasını istemiyordum. Masa altından yönettikleri eskort ajansını öğrendiğimde bu iki kadın personelimin işine son vermiştim ve benim için bu yeterliydi. Lakin bu kişiler aynı zamanda benim aileme ait evlerin birinde de kiracıydı. Kiracım olan tek personelim onlar değildi. Daha uygun maaş vermek için bazı şirketlerimin personellerinin konaklamalarını da maaşlarının içine dahil ediyordum. Bu iki çalışanın yasa dışı faaliyetlerini öğrendiğimde ve kendilerini işten çıkarttığımda, 10-15 gün içinde evimi de boşaltmalarını talep ettim. Ancak evi boşalmadan önce kendi aralarında ettikleri bir kavga sonucu içlerinden biri bunları polise ihbar etmiş. Olay sonrası ortak arkadaşlardan öğrendiğim kadarıyla, elebaşı olan ve eskiden mankenlik-kast ajansımda kast direktörü olarak çalışan iki kadından birisinin polis bir sevgilisi varmış. Kendisine yol yordam gösterip akıl vermiş. "Eğer yakalanırsanız, ifade verirken 'Biz eskort olarak çalışan kadınlarız, ele başı olan kişi budur, kendisi eski patronumuzdur, hala ev sahibimizdir, hatta mankenlik ajansı da var" derseniz sizi rahat bırakırlar ve onun başına sararlar" demiş. Ve böylelikle ben de sonradan bu soruşturmaya dahil oldum. Yargılama esnasında hiç bir zaman bu işten bir lira kazanç sağlamadığımı ortaya koydum. Ancak elebaşı olan bu ikilinin önceden çalıştığı şirketin sahibiydim ve aramızda bir kira sözleşmesi olmaksızın -teknik olarak- ev sahipleriydim. Hakkımda internette bir sürü negatif haber vardı. Doğal olarak yine "profillenme" kurbanı oldum. Elebaşı olan ikili kadın, yargılama esnasında, 4. veya 5. duruşmada duruşma salonuna yanlarında bir laptop getirdiler. Hayatımda ilk kez gördüğüm o bilgisayarın bana ait olduğunu, bilgisayarı benim kendilerinin başka bir evinde unuttuğumu ve temizlik yaparken yeni fark ettiklerini iddia ettiler. Mahkeme heyeti, olaydan aylar sonra, asıl/diğer sanıklar tarafından hazırlanan ve sunulan bu düzmece delili yani getirdikleri bir bilgisayarı sanki benimmiş gibi kayda geçirdi. Bilgisayarın satış faturasının, bilgisayarın daha önce internete bağlandığı modemlerin/konumların incelenmesini, cihaz üzerinde parmak izi tespiti yapılmasını talep ettim. Çünkü cihazı hayatımda ilk defa görüyordum ve bana ait değildi. Mahkeme heyeti suçlu olduğuma o kadar emindi ki; bırakın bu makul taleplerimi değerlendirmeyi, duruşmalarda konuşmama bile izin vermiyorlardı. Soruşturma ve kovuşturma esnasında 23 ay boyunca tutuklu kaldım. Mahkeme ilk yargılamada asıl elebaşı olan 2 kadına beraat verirken, sadece beni suçlu buldu. Olaya karışan diğer mankenlerin duruşma salonunda verdikleri ve beni aklayan, olay ile bir ilgim olmadığını belirten yeminli ifadelerin beşii de geçersiz sayılarak lehime olan deliller karartıldı. 2012 yılında tutukluluğum devam ederken Yargıtay tarafından "Olay yeri mahkemesinin gerekli incelemeyi yapmadan yanlış ve hızlı hüküm verdiği gerekçesiyle" serbest bırakıldım. Tutuklu bulunduğum süre içerisinde cezaevine fuhuş suçlamasıyla gelen yüzün üzerinde mahkumla tanıştım. Hiç bir tutuklu/hükümlü bu maddeden dolayı 90 günden fazla tutuklu kalmadı. Aynı suçtan 10. kez gelen bile. Ama ben 23 ay tutuklu tutuldum. Elebaşı olan ve sonradan ceza verilen iki kadın, tüm soruşturma ve yargılama boyunca bir gün bile tutuklu kalmadılar. İkinci kez yapılan yargılamada, bu kişiler işbu fuhuş şebekesinin lideri olarak suçlu bulunup ceza almalarına rağmen, -dava sonrasında dahi- hiç bir zaman tutuklanmadılar. Gelgelelim yerel mahkeme, en başından beri benim aleyhimde ön yargılı, öznel ve peşin hükümlüydü. Birinci derecede suçlu bulunan kişilerin aldıkları cezayı dahi katbekat aşan tutukluluk süremden bu durum anlaşılmaktadır. Temyiz aşamasında davayı kazandım. Yargıtay ilk derece mahkemesinin aleyhimde düzgün inceleme olmaksızın peşinen karar verdiğine hükmetti ve beni serbest bıraktı. Kanada'ya taşındıktan sonra yani 2016 sonrası bu davayı takip etmedim. Öğrendiğime göre, yapılan ikinci yargılamada mahkeme eski çalışanım olan iki kadının bu işin ana lideri olduğuna hükmederek kendilerine birinci dereceden fuhuş cezası verirken, olayı bildiğim halde polise ihbar etmememden dolayı bana da 'aracılık, yardım ve yataklık' suçundan ikinci derece bir ceza vermiş. Davadaki tüm tanıkların mahkemede verilmiş ifadelerine rağmen, bana yine usülen de olsa bir ceza verilmiş.

 

Yukarıdaki hadiseler silsilesi, gerek Türk medyası, gerekse de Türk yargısı tarafından yıllardır süregelen bir profillemeye maruz kaldığımı, bu nedenle çoğu zaman adil yargılanmadığımı ve uğradığım mağduriyetleri detaylıca izah etmektedir.



Sonuç:

Washington’da yaşarken 2014 senesinde yaptığım bir röportaj esnasında Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk yargısını bir muz cumhuriyetine benzettiğim için yargılandım. Hatalıydım. 2022 itibari ile Türkiye’deki yargı sistemini muz cumhuriyeti uygulamaları ile kıyaslamak gülünçtür. Bu tip bir kıyaslama dünyanın her yerindeki muz cumhuriyetlerine hakaret sayılır.

 

Turkish Jurisdiction in USA
Education and background
2003 The rape case and the acquittal in USA.
2004 The blood money inquiry.
2005 The Banana Republic case.
2007 Bribing the police case.
2008 Insulting Islam with strippers case.
2009 The secular discrimination case.
2010 The second acquittal from the rape case in Turkey.
2010 Accessory to prostitution case.
2013 Taksim Gezi Protests.
2013 Atheism, a life-long mission.
2014 Tables are turning. Not Guilty becomes Guilty.
2015 Additional political and insult charges.
2016 The judges are arrested for being members of an Islamic Terrorist group.
2017 Political Asylm to Canada
2017 Facts do not change
Conclusion
Eğitm Geçmişi
2003 Tecavüz suçlaması ve ABD'de ilk aklanma
2003 ABD'deki Türk hukuku alanı
2004 Kan parası
2005 Muz Cumhuriyeti
2007 Polise rüşvet suçlaması
2008 Striptizcilerle İslam'a hakaret
2009 Kemalist ayrımclık suçlaması
2010 Türkiye'de beraat ile ikinci kez aklanma
2013 Taksim Gezi eylemleri
2013 Ateizm, ömür-boyu süren bir vazife
2014 Kötü bir sürpriz
2015 Yeni siyasi ve hakaret suçlamaları
2017 Kanada'ya siyasi sığınma
2017 Değişmeyen gerçek
Sonuç
2010 Fuhuşa Aracılık suçlamas
bottom of page